1.Dünya Savaşı’ndakaybeden tarafta yer alanOsmanlı İmparatorluğu’nun elinde kalan Anadolu toprakları da galip devletler tarafından paylaşılmış ve o dev imparatorluktan elinde sadece Anadolu’nun bir kısmı kalmıştı.
Osmanlı Hanedanı’nın yenilgiyi kabul edip İngiliz Mandasını kurtuluş gördüğü günlerde buna isyan bayrağını açan Mustafa Kemal Paşa, kaderine razı olmuş Anadolu insanını ayağa kaldırıyor ve elimizde kalan son vatan toprağını işgalcilerden temizliyordu.
26 Ağustos 1922 de işgal güçlerine karşı Büyük Meydan Muharebesini kazanarak dünyayı şaşırtan Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları bu büyük zafer sonrasında, Laik ve Çağdaş Hukuk temeline oturttukları Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuruyorlardı.
Bu topraklarda yaşayan tüm etnik yapıları eşitlik ilkesi ile bünyesine alan Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Laik yönetim anlayışı ile de İslam’ı en güzel şekilde uygulayan devlet olarak dünyanın da saygınlığını kazanıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği, “Yurtta sulh, cihan da sulh” politikasıyla da, kısa süre önce savaştığı komşuları da dâhil tüm komşu devletlerle iyi ilişkiler kurmuş ve onların saygınlığını kazanmıştı.
Geçtiğimiz hafta,başta komşuları olmak üzere tüm dünyayla barışık Laik ve Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile taçlanan bu büyük zaferin 91. Yılını kutladık.
Ancak, üzülerek söylemek gerekirse, zaferden dünya barışı çıkartan bu ülkeyi günümüzde yöneten siyasi anlayış, böylesine büyük bir zaferin kutlanmasını dahi tartışma konusu yapmaktan çekinmezken, komşuları ile olan ilişkilerinde de sorunlu hale gelmiştir.
Ne hazindir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün dünyayla barış ilkesinden koparak tüm komşuları ile kavgalı bir konuma gelen günümüz Türkiye’sini yönetenler, zafer haftası içerisinde bir komşusunun işgali için Ortadoğu Bölgesini sömürmeye kararlı Amerika ve diğer işbirlikçi Devletlere çağrı yapıyordu.
İktidara geldiği günden itibaren partisinde tek karar verici durumuna gelen Sayın Başbakan, ülke yönetiminde de TBMM’ ni yok sayarak tek başına verdiği kararla, Amerika’nın Ortadoğu petrollerinin tamamını ele geçirme planı olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin destekçisi olma görevini alarak, bu projenin eşbaşkanlğı görevini üstlenmişti.
Bu projenin ilk ayağı Irak’tı ve Irak işgal edildi. Türkiye bu işgale direk bulaşmaktan ise, son anda, TBMM’den asker gönderilmesi için istenen izin teskeresinin sağduyu sahibi milletvekillerinin oyları ile reddedilmesi ile kurtulmuştu.
Dün, Irak’ın işgaline zemin hazırlamak üzere kimyasal silah kullanıldığı iddialarını kanıtlamadan oluşturulan kamuoyu ve işbirlikçi devletlerin desteği ile Irak işgal edilmişti. İşgal sonrası kimyasal silah imal edildiği ve kullanıldığı iddiaları da iseiflas etmişti.
Diktatör olmasının dışında en büyük suçu, petrolüne ülkesinin çıkarları adına sahip çıkmak olan Saddam, devrilerek yerine Amerika’nın güdümünde bir hükümet kurulmuştu.
Bugün aynı oyun Suriye üzerinde oynanıyor. Önce ülkede iç savaş çıkartılarak Devlet Başkanı Esat’ın düşürülmesi planlandı. Ancak Esat’ın ordusu ile sağlam duruşu ve pes etmemesi üzerine aynı kimyasal silah senaryosu Suriye için de devreye sokuldu.
Esat’ın kendi güçlerince kimyasal silah kullanılmadığı şeklinde ki ısrarlı itirazlarına rağmen, dünya kamuoyu bir haftadır insanlık suçu işlendiğine inandırılmaya çalışılıyor.
Kimyasal silah kullanılmışsa da, bunun Suriye içerisinde cirit atan yabancı ajanlar tarafındanişgale zemin hazırlamak için kışkırtma amaçlı tezgâhlanmış olabileceği ihtimalleri yeterince araştırılmadan, Amerikan donanması Suriye açıklarına demirleyerek işgal düzenine geçti.
Oyun bütün çıplaklığı ile oynanıyor. NATO ve Birleşmiş Milletler teşkilatı ile Güvenlik Konseyinin debu oyunun bir parçası olmasına zemin hazırlanıyor.
Irak’ın işgali ile Türkiye sınırında Amerika güdümünde bir Kürt Devleti oluşturulmuştu. Daha sonra Suriye’de ki karışıklık ortamından yararlanılarak bu kez de Suriye’nin Türkiye sınırındaPYD isimli bir Kürt topluluğu oluşturuldu.
Sıra, açılım adı ile kabul etsek de, etmesek de Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesinde özerk bir Kürt Devleti oluşturmaya geldi.
Böylece oyunun son perdesi oynanmaya başladı.
Bu oyunun adı, İsrail- İran koridorunun açılmasıdır. Tampon Kürt bölgesinin arkasından İsrail devreye sokulacak ve İran’a müdahale edilecektir.
Fakat bu oyundaİran’ın yola getirilmesi mümkün olabilir mi? konusu ile İran ile de sonlanıp, sonlanmayacağı da ayrıca tartışma konusudur.
İşin acı tarafı, bu oyunun yıllardır Müslüman devletleri bir birbirine kırdırarak oynanıyor olmasıdır. Petrol, Ortadoğu’da ki Müslüman devlerin başına bela olmuştur.
İşin bizim açımızdan düşündürücü olan yanı ise, bu bölgede Müslüman bir devlet olarak farklılık yaratmış ve bölgenin sayılan en güçlü devleti olma konumuna gelmiş Türkiye’nin de, tek adam kararları ile bu oyunun bir parçası haline getirilmiş olmasıdır.
Korkarım ki, dün Güneydoğu’dan gelen şehitlerine ağlayan Türkiye, bu belaya bulaşırsa bir başka ülkenin çıkarları uğruna çok daha büyük sayılarda gelecek şehitlerine ağlayacaktır.
Hafta sonunda ABD Başkanı Obama, “Suriye artık ABD’NİN ulusal çıkarlarının korunması için öncelikli sorunumuz olmuştur” Diyerek, çıkartılan suni sorunu adeta itiraf etmiştir.
Bu sözlerden sonra bu kirli oyunun bir parçası olanlar, kime hizmet etmiş olacaklarını bu millete nasıl anlatacaklardır?
Yazık, gerçekten çok yazık. Daha müdahale kararı çıkmadan Türkiye’nin zaten pamuk ipliğine bağlı ekonomik dengeleri bozulmaya başlamış, dolar 2000 sınırını aşmıştır.
Bu bölgede çıkacak bir savaş, üretimden uzaklaştırılmış Türkiye’yi, çok büyük sorunlarla baş başa bırakacaktır.
Tüm uyarılara rağmen, Türkiye’yi böylesine bir sorumluluğun altına sokacak olanlar, büyük bir vebalin de altına girmiş olacaktır.
Her şeye rağmen, sağduyunun hakim olacağı kararların verileceği umudumu koruyarak, iyi haftalar diliyorum..